Gitmek, Dönmek, Kalmak Arasında*

İlk kitaplar yazarı için de okuru için de bir heyecan barındırır kendinde. Yazar yazın serüveninde yeni bir yola girmiştir artık. Bu bir öykü dosyasıysa, o güne kadar parça parça yazılmış öyküler toplanmış, onlardan bir bütün elde edilmiştir. Dilin yolculuğu okurun gözlerinin önüne serilmiştir. Okur yeni bir yazarla tanışmak üzeredir. O güne kadar belki azar azar okumuştur edebiyat dergilerinde yazarın kaleminden öyküleri. Ancak eline aldığı kitap yazarın dünyasının anahtarı gibidir. Bugüne kadar etrafında dolaştığı dünya şimdi sayfaların arasından süzülerek anlaşılmak için karşısındadır.

Onur Akbudak, öykülerini toplu kitap çalışmalarında ve çeşitli edebiyat dergilerinde okuduğumuz bir yazar. Yitik Ülke Yayınları’ndan çıkan Kasabada Yeni Bir Şey Yok ise onun ilk öykü kitabı. Kasabanın ve kasaba insanının durağan hayatını, yalnızlığını, sıkışmışlığını ve mutsuzluğunu anlattığı öykülerinde kasabanın sıkıntılı penceresinden doğaya, çocukluğa, arkadaşlıklara, çalışma hayatına ve çocukluğunun geçtiği 80’lerden günümüze bir perde aralıyor.

Yirmi öyküden oluşan kitapta önce kasabayı izliyoruz, yalnızlık bir göz gibi dolaşıyor kasabanın sokaklarında ve evlerinde. Onur Akbudak kitabın ilk öykülerinde insanın insanla kurduğu ilişkiden çok insanın doğayla, hayvanlarla, bitkilerle kurduğu ilişkileri ortaya çıkarıyor. Diğer yandan Tostçu Alparslan, Çiçekçi Hasan, Remzi Bey üzerinden kimliklerimizle şekillendirdiğimiz ilişkilerimizin insanda ve doğada eşitlenen haline bakıyoruz.

80’lerin başlarında doğan ve dönemin baskıcı ortamını gözlemleyen yazar, politik duruşunu, topluma karşı sorumluluğunu o günlerden bugünlere taşıyor, esnaftan öğretmenlere toplumun karşılaştığı sorunlara bir ayna tutuyor, “sahip olduğu toprağın değerini hepimizden çok bilen çiçekler”e güzellemeler yaparken onlarla insan insana bir arada yaşadığımız parkları da unutmuyor.

Öykülerde ilerledikçe yalnızlık yavaş yavaş insan içine karışıyor. Ne var ki ikili yalnızlıklar da sıkıntıyı hafifletmiyor. “Kasabanın yalnızlığına hala büyümeyerek karşı koymaya çalışan arkadaşlardan” söz ederken çocukluğun teklifsiz kalabalığına duyulan özlem büyüdükçe doğaya sığınıyor belki de.

Öyle ki Akbudak, süper kahramanların dünyasında Çim Adam’dan bir anti-kahraman yaratıyor ve aşkın peşine düşüyor. “…insan bulduğunu sandığı anda düşer asıl yanılgıya… Anladığını sandığında kapatırsın bilincini.”

Onur Akbudak’ın Oğuz Atay’a olan düşkünlüğünü biliyorum. Bir öyküsünde ustaya selam vermeden geçmemiş, Sadık Hidayet, Henry Miller, Dostoyevski, Çehov, Sait Faik, Nabokov, Borges, Gonçarov’u da satırlarına eklemiş.

Kasabada Yeni Bir Şey Yok, yalın diliyle kasabanın “zor ve içi boş” hayatında gitmek, dönmek ve kalmak arasında dolaşan öykülerden oluşuyor.

“Bu dünyada yaşamak istemiyordum. Yaşanacak başka bir gezegen bulsam, hiç düşünmeden, “Evet, ben de geliyorum!” derdim. Yoktu. Üstelik yetmezmiş gibi bir de bu kasabanın sokaklarında sıkışıp kalmıştım. Oturduğum dere kıyısından hareket edemeyecek kadar bitkindim, ait hissetmiyordum kendimi buraya. Cesaretsizdim ve korkağın tekiydim. Dünyanın ne ışıklar içindeki şehirleri ne de doğayla iç içe köyleri umurumdaydı. Sahi, ben neden bu kasabadaydım?”

Evet, kasabada pek bir şey değişmiyor; gitmek, kalmak ya da varmak, insan değişmediği sürece hiçbir şeyi dönüştürmüyor. Kim bilir belki de kitaba ismini veren öyküde dendiği gibi yolda olmaktır en iyisi…

Kasabada Yeni Bir Şey Yok / Onur Akbudak / Yitik Ülke Yayınları / 120 s.

*Bu yazı BirGün Kitap Eki‘nin Mayıs 2017 sayısında yayımlanmıştır.